---}--}@ Arşivime Hoş Geldiniz,Benim Beğendiklerimi Umarım Siz de Beğenirsiniz... Resimler ve Yazılar Forumlardan Alıntıdır..

Laleli bir düştür benim ki, Laleden bir gülüş senin ki, Lalezar bir serzeniştir benim ki Laleden bir cevap senin ki, Lale diyorsam siyahındandır, Lale sevdasıdır bizim ki...



Allah ...LâLe ...HiLâL ...







Ebced hesabında bir durum var lâle ile
lafzının değeri…
ikisi de 66 ya tekabül ediyor bu nedenlede lale’yi Cenab-ı hakkın simgesi olarak saymışız. Bazı yörelerimizde işi 66 ya bağlamak deyimi hala kullanılır. Biz millet olarak hilâl'i islamın simgesi haç'a karşı bizim simgemiz olarak görmüşüzdür. Hilâl kelime olarakta 66 ediyor ebcedde. Yani hilâl,lâle ve Cenab-ı Hakk'ın en muazzam ismi olan aynı sayı değerinde… Lâle, hilâl ve


(cc) lafızlarının ebced değerinin aynı olduğunu ve bundan dolayı kültürümüzde lâleye apayrı bir değer verilip sevgi beslenildiğini... Özellikle Osmanlı kültüründe, lâlenin oldukça yoğun bir alaka görüp bir lâle soğanının bin altına kadar müşteri bulabildiğini ve zamanın padişahı III. Ahmed'in bir ferman yayınlayarak bu fiyatlara bir sınırlama getirmek zorunda kaldığını. . . Bir devre adını veren bu tefekkür simgesi çiçeğin o dönemde 1108 çeşit renkte üretildiğini... Antiparantez belirtmek istiyorum... Lâle’nin Osmanlılar tarafından çok sevilmesi sadece çok güzel bir çiçek olmasından dolayı değil. Arapça harflerle yazıldığında Lâle kelimesiyle kelimesinde aynı harfler kullanılıyor.
Bir de Arap harfleriyle yazılan Lâleyi tersten okursanız Hilâl kelimesi ortaya çıkıyorki bu da biliyorsunuz Osmanlı bayrağının,ambleminin sembolü... Bayrak şairimiz Arif Nihat Asya güzel anlatmış: "Eskiler lâleyi mukaddes sayarlardı. Gerçekten, izahı zor bir şuur, o zamanın yazılarında 'lâle' kelimesi ile '' kelimesini aynı harflerden meydana getirirdi.Üstelik ebcedde Hilâl,lâle,Allah aynı sayıyı verirdi.. Biri güzelliğiyle yurdumu, biri ulviliğiyle dinimi, biri şerefiyle istikbâlimi anlatan…” Kelimelerdeki ebcet beraberliği sizi bilmem fakat ben,tesâdüf deyip
geçemeyeceğim"



"Aşkımdan pürsafâyımdır sanırsın belki bu demler...


Aşkın neşvesi olmaz Lâle;
Eğlâl Leylî; Leylâ olmadan Ey güzel..." * * *

Üzerimde aşkın pırıltıları olabilir belki...
Veya âşıkların in'ikasıyla bir kıvılcım görebilirsin yüzümde...
Bu yüzümde gördüklerin ancak bir gölge ve akisten ibarettir.
Ne özüdür, ne de kendisi...
Aynada yüzünü gördüğün vakit:


"-Bu zât benim gibi biridir ancak!" diyebilir misin?



Bir nehrin üzerine düşen yaprak için: "-Bu ne güzel, ne berrak bir sudur." diyebilmen mümkün müdür? Sana berrak su diyebilmeleri için bulutların ötesinden dökülüp gelen ve nehre karışan bir yağmur damlası olman îcâb etmez mi? İşte benim aşka yakınlığım onun akışıyla yönlenen bir yaprak kadar yakın, uzaklığım ise bir o kadar ondan ayrı bir cisim olup ona karışmamdaki zorluktan ve sırdandır. * * * Lâle, kelime olarak ele alındığında Arapça "Allâh" lâfzına âit harfleri taşımakta olduğu görülür. Eğlâl kelimesi de "lâle" kökünden gelir. Eğlâl ise Yâsin Sûresi'nde "eğlâlen" şeklinde geçmektedir. Manası ise; "boyunduruk"tur. Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz hicret edecekleri vakit kapıdaki müşrikleri etkisiz hâle getirmek için Yâsin Sûresi'nin bu âyetini okuyarak onlara bir avuç toprak atmıştı. Müşrikler bunun etkisiyle sanki boyunlarına boyunduruk geçirilmişçesine başlarını aşağıya indirememiş ve Efendimiz'i görememişlerdi. Onlar Efendimiz'i göremedikleri gibi gözleri kâinatın bütün hakîkatlerine âmâ olmuştur. Bunun mukâbili olarak kalblerine Allâh lafzını yerleştiren ve istîdâdınca idrak etmiş olan Hak âşıkları da sanki boyunlarına nurdan bir halka geçirmişcesine başları yukarıda ilâhî cezbeye gark olmuş, onun neşvesiyle müstağrak bir hâldedirler. Aşağının kötülük ve pisliklerinden uzak, mâsivâdan arındırılmış bir gönülle herşeyden mahrûm olanlar için duâ ve ilticâ hâlindedirler.



Lâlenin harfî manası "hilâl"e de ulaşmaktadır. Onlar semâdaki hilâlin parıltılarıyla yol alır, yıldızlarla semaya dururlar. Bir semâzenin en makro hâlidir, hilâli çevreleyen yıldızlar...
Lâlenin ebced hesabı 66'dır. Altmış altı "Elhamdülillâh"a denk gelir. Onlar o hayret makamının coşkusuyla yaşadığı istiğrak hâline hamdederek "Elhâmdülillâh" derler. Lâlenin içi kömür gibidir. Ancak dıştan görünmez. Dışı ise içinin tam tersine pasparlak, canlı ve rûha sekînet verici bir görünüme sahiptir. Onun bu hâli tıpkı bağrı yanık bir dervişin mütebessim nûr hâleli yüzüne benzer.
Gerçek lâlelerin hepsinde renkli altı yaprak bulunur. Bu ise îmanın altı nûrunun libâsına bürünen dervişin îmân ve ihsan potasında erimesi ve daha sonra bu nurun şualarıyla derinden bir yanışa gark olmasının da bir simgesidir.
Bununla beraber Kur'ân-ı Kerîm'in (aynı zamanda Fâtiha sûresinin) altıncı âyeti de "Bizi dosdoğru yola (Sırât-ı Müstakîm'e) ilet" âyet-i kerimesidir. Bu âyet aynı zamanda bir duâ vasfı taşımaktadır. Lâlenin renkli yapraklarının yukarıya doğru olması da tıpkı bir dervişin duâ edişindeki edâyı andırır. Zira derviş bu hâl ile sırât-ı müstakîm üzere olmayı murâd etmiş ve ifrat-tefrit noktalarını törpüleyerek hakîkate, yani istikâmete ermiştir. Ve tıpkı lâlenin derûnundaki siyahlığı göstermemesi gibi o da içinde yaşadığı yanış halini gizlemiş ve kendine her nazar edene o güzel rengini sunarak ona ferahlık vermiştir. Nitekim lâlenin en revaç bulduğu dönemlerden biri olan Osmanlılar zamanında ona, "ferâhâver (ferahlık veren)" denmiştir. İşte bu vasıflarla vasıflanan derviş de tıpkı lâlenin bu adını alarak etrafına letâfet ve zerâfet saçmış, gönüllere âb-ı hayat sunmuştur. Hülâsa; lâlenin eğlâl oluşu, Lâlenin hakîkat deryasına dalış hâlidir. Leyl; gece demektir. Gece sevda demektir. "Sevda"nın asıl manası "siyah"tır. Gece kıymet bilene "kara sevda"nın yaşandığı ânlardır. Eğer sen geceyi kopkoyu bir boşluk olmaktan çıkarmak istersen, gönüldeki yârları ve ağyârları yok etmelisin! İşte o zaman her yer sana âyân olur. Sanırsın ki gece bitmiş de gündüz oluvermiştir. Böylece fânî muhabbetler silinerek kalb sevdânın deryâsının derinliklerinde yolculuğa çıkmıştır. Burada bahsedilen "Leylâ" temsîlî olup, asıl kasdedilen "Mevlâ"dır. Her yerin âyân oluşuyla kalb kâinâtın esrârını okuyucu ve alıcı bir hâle gelir. Ve Cebrâil'in "Oku" emrini müteâkiben örtüsüne bürünen ürkek yürek, artık serpilip açılır ve her yanda Leylâ'yı "Mevlâ" görür hâle gelir. Ey Gönül! Cânına üflenen nefhayla yan da kavrul! Amma lâle gibi ol ki, hâlinden sadece "yâr" haberdâr olsun. Öyle ki, Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- ümmeti için gönlü dâim hüzne gark olurken dahî, yüzü her lahzâ beşûş (mütebessim) idi...


Rabia Şule Kolay



Erişti nevbahâr eyyamı Açıldı gül-ü gülşen
Çemenler döndü ruy-i yâre Rengi lâle vü gülden...
Açıldı dilberin ruhsârı gibi lâleler, güller,
Yakıştı zülf-ü huban veş zemine saçlı sümbüller,
Nevâsaz olmada bin şevk ile aşüfte bülbüller,
Çerağan vakti geldi lâlezarın dîdesi rûşen.


Nedim










Hazan bahçesinde umut yetiştirenler…
Dokunuşlarında sevgiye şiirler yazanlar..
Lale vaktinde laleler gibi dirilip duâya duranlar..
Yürek topraklarına lale soğanları ekenler..
Dört mevsim içlerindeki gökyüzünden,
Çiçek kokulu yağmurlarla, lale sulayanlar..



Peki..
Sen ıslak yanaklı bir laleye sokuldun mu hiç..
Usulca avuçlarına alıp ince belini, içine çektin mi suskunluğunu..
Onun güzelliği serin rüzgarlarla doldu mu içine..
O güzellik karşısında bir damla yaş kirpiklerinden yol bulup, onun yüreğinde durakladı mı?
Dudaklarının bir busesi var mı bir lalenin kadife yaprağına dokunmuş?
Bağrına bastın mı bir lalenin ince kalbini..
Sevgiye akan bakışlarını buldun mu onu izlerken..!





Lale özellikle doğu kültür ve mitolojilerinde özel bir yere sahiptir. Edebi eserlerde sıkça kullanılmasının yanı sıra mitolojilerde de lalenin ortaya çıkışın Lale özellikle doğu kültür ve mitolojilerinde özel bir yere sahiptir. Edebi eserlerde sıkça kullanılmasının yanı sıra mitolojilerde de lalenin ortaya çıkışına dair farklı ve çok çeşitli hikayeler bulunmaktadır. Bunların en ünlüsü ve özellikle doğu edebiyatında en sık kullanılanı Pers mitolojisindeki lalenin kökeni söylencesidir. Bu söylenceye göre yaprağın üstündeki bir çiğ tanesine yıldırım düşmüş, böylece çiğ tanesi ve yaprak alev almıştır. Daha sonra donarlar ve lale meydana gelir. Bu hikayeden yola çıkarak, lale çiçeğinin ortasındaki koyuluğun bu yanma işleminin sonucu olduğuna inanılırdı.







Lâlezar Vuslatın kalbimde lâle
Hasretin boynumda lâle
Nedir çektirdiğin senin
Bülbül idim döndüm lâl'e
Hamdullah Arvas



"Acı Çiçeği " dir lâlenin bir başka adı.

Yüzü kırmızıdır, çünkü içinde fokurdayan
aşk ateşi (nâr-ı aşk) yüzüne vurmuştur.

Ateş gibi yakıcıdır bu yüzden rengi; ve acıdan bağrı yanmış,
üstü başı yırtılmış gibidir.

İçinde infilake hazır bir volkan, kabuğunu muttasıl kanatmaktadır.

Bu yüzden gönlü yaralı, elbisesi kanlıdır.

Çılgındır asırlara sığmayacak emelleriyle;
gamlıdır yapmak istedikleri yanında yapabildiklerini gördükçe..

Fakat lâle yalnızca Hersekli Arif Hikmet'in dediği gibi,

ayrılık acısının kanlı yarasını açtırmaz âşığın gönlünde;
aynı zamanda ümit bahçesinde feyiz lâlesini de göğertir;

Dâğ-ı hu-geşte-i hicran degül sinemde

Açdı gülzâr-ı ümidimde kaza lâle-i feyz.


Mustafa Armağan

0 yorum:

*******

Followers

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

************
blogger counter

View My Stats *************************************

widget
**************

****************************free counters