---}--}@ Arşivime Hoş Geldiniz,Benim Beğendiklerimi Umarım Siz de Beğenirsiniz... Resimler ve Yazılar Forumlardan Alıntıdır..
Hoş geldin ateşim, yangınım, külüm.
Ateş oldun. Avucumda tutamadım seni. İçime düştün. Kalbimin karasına çaldım kor yüreğini. İbrahim[as] gibi gülden ateşlere düşürdün canımı. Ey “kavurucu ateşim” akla beni, yak kirlerimi. Ey yangınım, sen başkalarına sakla serinliğini, küle çevir bedenimi, benliğimi.
Bir yangın yeridir Ramazan. Yüreğinin taraçalarına ötelerden kıvılcımlar sıçratır. Alnına göklerin sıcağını düşürür. Secdelerce ısınır yüreğin. Ilık yağmurlar üşüşür tenine. Rahmetle ıslanırsın. Merhamet denizinde yıkanırsın. Ezelde ruhuna dokunan kutlu sesin yankısı yeniden erişir kulağına.
***
Hoş geldin yolum, yoldaşım, menzilim.
Yol oldun ruhuma. Dünyanın telaşından çekip aldın beni. Kalbimin serin vadisine taşıdın nefsimi. Beni benimle yeniden tanıştırdın. Yûnus[as] gibi denize attın, geceye bıraktın, balığın karnına soktun nefsimi. Kuraların hepsi bana çıktı. Nasıl da tanıdın “efendisinden kaçmış köle”yi? Ey yoldaşım, kötülerden sakla beni. Yolda bırak nefsimi.
Bedenine konuktur Ramazan. Tenine yeniden ruh üfler gibi sessizce gelir, sessizce gider.
Derin bir nefes gibi dudağından kalbine müjdeler yollar. Benliğin kabuğunu kırar, bencilliğin göğsünde yaralar açar. Seni sana bitiştirir. Maddenin labirentlerinde kaybolmuş ruhunu kardeş ruhlarla yeniden buluşturur, yeniden barıştırır.
***
Hoş geldin ay yüzlüm, hilâl kaşlım, sevgilim.
Can oldun tenime. Yeryüzünün cezbesinden kopardın beni. Göklerin temâşasına kaptırdım gözlerimi. Yüzümü kutlu aynalarda seyrettim. Rüyânı görmek için Yûsuf[as] gibi kuyulardan topladım hücrelerimi. Ey göklüm, yanına al beni. Yüz üstü bırak kibrimi, bencilliğimi.
Zamanın kutsanışıdır Ramazan. Hilâlin dokunuşuyla zaman mekana galip gelir. Kutsallık yörene gelir, yanına varır, eline doluşur. Sen onu arayıp bulmazsın, o seni bulur ve kucaklar. Sanki kıble sana yönelir. Sanki seccaden alnını öper. Sanki Kâbe sana yanaşır. Sanki En Sevgili[asm] evine konuk olur. Nereye gidersen git, yanında kalır Ramazan.
***
Hoş geldin bahar kokulum, çiçek tenlim, deniz gözlüm.
Kabrimden kaldırdın beni. Adımı kazıdığım taşları kırdın. Sesimi yutan uçurumları uçuruma attın. Beni bana kattın yeniden. Sonsuzluğun müjdesini dokundurdun tenime. Bir İsâ[as] nefesi gibi dürttün kalbimi uykulardan. Ey gülüm, kokunu ver ruhuma. Uzaklara at cesedimi.
Bir uyanıştır Ramazan. Açlığın incelttiği bedeninde ruhuna daha çok yer kalır. Benliğin kabından çıkarsın, kutsiyetin Kâbe’sine varırsın. Bencilliğin kafesinden kurtulursun, meleklerin kanatlarına tutunursun. Yetimlerin gözlerindeki eşsiz sevince mimar olursun. Yoksulların gönlünde taş üstüne taş koyarsın. Ellerin kalbine değer ilk kez. Mûsa[as] gibi göğsünde “yedi beyza” taşırsın. Aklanırsın, arınırsın, kutsanırsın.
***
Hoş geldin tatlı sözlüm, gül yüzlüm, sultanım.
Bak, nasıl da uslandım. Sözüne kandım. Bakışınla yıkandım. Hamdım, piştim, yandım. Huzuruna vardım. Yaralarımın hepsini kanattım. Hasretlerimin hepsini avuttum. Teselline susadım. Yüzüne acıktım. Orucunu tuttum. İftarına muntazırım. Yâkub[as] gibi gömleğinin kokusuyla açtın gözlerimi. Ey âl yanaklım, “hümeyrâm”, yüzünü değdir yüzüme. Sözünün meltemine savur benliğimi.
Ne güzel terbiyedir oruç. Seni nefsinin karşısına koyar. Bedeninin kabuğuna derin çizikler atar. Teninde gül kokulu yaralar açar. Yüreğine fısıldar: “Sen sana ait değilsin!” Mideni boşalttıkça, kalbini doyurur. Ötelerden gelen kutlu bir kervan olur; seni kuyuda bulur, cennet karşılığı Sahibine satar.
***
Hoş geldin bi’tanem, nur tanem, nar tanem.
Tut saçlarımdan kor gözlerinle.
Ellerimi yu ellerinin ateşinde.
Yüreğimi rehin tut sevdânın tenhasında.
Yanımda kal, benimle kal, bana kal bütün bayramların arefesinde.
Seni sana çağırıyor Ramazan.

Senai Demirci




“Acılar, muhabbetten tatlılaşır.
Bakırlar, muhabbetten altınlaşır.

Tortular muhabbetten safileşir.


Dertler muhabbetten derman olur.

Ölüyü muhabbetten diriltirler.

Şahı muhabbetten bende, kul ederler.

ALLAH'a karşı bu muhabbet, ilim neticesidir.

Cahil biri böyle bir taht üzerine nasıl oturur?
O halde; muhabbet ve aşkı, Allah’ın vasfı bil.”
Sâdât-ı Kiram’ın büyüklerinden Muhammed Diyauddin k.s. Hazretleri, zaman zaman küçük çocukları başına topluyor, onlara sohbet ediyor. Yine böyle bir sohbetin ardından hanımı soruyor:

- Onlar daha küçük, sohbetten ne anlar?

Hazret şöyle cevap veriyor:

- Benim amacım esasen onların bir şey anlaması değil. Sohbet meclisleri Allah’ın rahmetini çeker. Ben o rahmetin peşindeyim. Bu çocuklar bir vesile. .

(alıntı)
[IMG]



Hazret-i Mevlânâ, gecelerde yaşadığı aşk ve vecdi Dîvân-ı Kebîr’inde de şöyle dile getirir:


Sâkî! Kadehi, aşk-ı ilâhî ile doldur!


Mestâneye ekmek sözü etmekten uzak dur!


Sun kevseri, kansın suya hep teşne gönüller,


Deryâda yüzen canlı, sudan başka ne ister.


Doldur o şerâbdan, yine doldur, yine bir sun!


Dursun gece ey dost, onu durdur, ne olursun!


Vur uykumu zincirlere vur, geçmesin anlar.


Varmaz gecenin farkına, varmaz uyuyanlar!


Geceler ve bilhassa seher vakitleri, Hakk’a yakınlaşmanın müstesnâ fırsatlarıdır. Bu vakitleri büyük bir nîmet bilmek gerekir. Bu nîmetten mahrûmiyetin başlıca sebebi ise günahların kalbî hassâsiyeti köreltip insanı gaflete sürüklemesidir.

Hasan-ı Basrî -rahmetullâhi aleyh- buyuruyor ki:


“Kişinin gece ibâdetine kalkmamasının tek sebebi, işlediği bir günahtır. O hâlde her akşam nefsinizi sorgulayıp kendinizi denetleyiniz. Gece ibâdetine kalkmak için Rabbinize tevbe ediniz. Gece ibâdetine kalkmak, ancak günahları altında ezilen kişiye ağır gelir.”


Gecelerin mânevî feyzinden lâyıkıyla istifâde için gündüzleri mâsiyetten sakınmak ve seher vaktinin feyzini bütün güne taşımak îcâb eder. Nitekim, adamın biri İbrâhîm bin Edhem Hazretlerine:


“–Gece ibâdetine kalkamıyorum, bana bir çâre öğret.” deyince İbrâhîm bin Edhem Hazretleri, ona şu cevâbı verir:


“–Gündüzleyin Allâh’a isyân etme; geceleri O seni huzûrunda durdurur, geceleyin O’nun huzûrunda bulunmak en yüksek bir onurdur. Günahkârlar bu onuru hak edemez!”


Gece ve gündüzlerin ibâdetlerle ihyâ edilmesinin yanısıra, bu ibâdetlerin kalbî bir rikkat ve hassâsiyet ile îfâ edilmesi de son derece mühimdir. İbn-i Abbâs -radıyallâhu anh- buyurur:


“Tefekkür ile kılınan iki rekât namaz, Rabbinden gaflete düşmüş bir gönülle bütün bir geceyi ibâdetle geçirmekten daha hayırlıdır.”

Cenâb-ı Hak bizleri, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ve O’nun vârisleri olan Hak dostlarının rûhâniyet iklîminden ve örnek şahsiyetlerinden feyiz alarak rızâ-yı ilâhîsine erdirdiği sâlih kullarından eylesin!


Âmîn!


-Osman Nuri Topbaş Hocaefendi
Click the image to open in full size.

gözümün pınarında her daim yas hazır bekliyor...
yürek sanki bir acik yara nerdeyse sızım sızım sızlıyor...
canı yanınca feryad ediyor insan...
canı yanınca yanında kim varsa ona uzaniyor...
ama ancak sifa Senin elindedir Ya Rabbi...
yanlıs adreslerden cevir adımlarımı...

biliyorum ne hakkim var istemeye ne yüzüm..
lakin Senin Keremine sinir konmaz..
Senin Rahmetin öyle bir deryadir ki
benim günahlarim ona bent olmaz..

Affet Ya Rabbi
Affinla yeniden yeşert kalbimi?
Affet Ya Rabbi
israf etmeme izin verme kendimi..

Amiin..

alıntı


"En büyük acı, başkaları ile paylaşmaya cesaret edemediğin acıdır.."


Ne vakte kadar testinin şekli, biçimi ile üstündeki nakışlarla oyalanıp duracaksın?
Testini şeklini, nakşını bırak da içindeki suyu ara.
Yani, insanların güzelliklerine, dış görünüşlerine bakma da ahlâklarına, huylarına, tabiatlarına bak...

Mevlana..

Hiç akletmez misiniz

Hayır etmeyiz
Felsefenin soysuz çarkına teslim ederiz ayetleri
Öyle büyüttük öyle büyüttük ki felsefeyi
Eylemi de aldı içine
Eylemi aldı bizden
Ve ateşler içre Bağdat’ın orta yerinde,
Çırılçıplak kalakaldık işte
Dengeler adına silahsız
Dengeler adına şahsiyetsiz
Miskin, geveze, entelektüel
Dengeler adına vuramadı kim vurmadıysa
Dengeler adına şair yaptılar bizi



Hakan Albayrak







İddialı adamın terziye aldanışı

Hz. Mevlana “Mesnevi” sinde bir hikâye anlatır. (6.cilt.1695.beyit vd.)
Meddahın biri, ballandıra ballandıra terzilerin hilelerinden bahsediyor, onların lafa tuttukları müşterilerinden nasıl kumaş aşırdıklarını anlatıyordu. Hıtalı bir Moğol bu hikâyeleri dinleyince birden öfkelendi:
— Söyle bana bu şehrin hilede en mahir terzisi kimdir?
— Ciğeroğlu adında bir terzi vardır ki lafazanlıkta ve hırsızlıkta ondan üstünü yok. İddiacı Moğol:
— Bahse girerim ki ne o, ne başkası benden bir iplik bile çalamaz, dedi. Meddah onu uyardı ve dedi ki:
— Kendine bu kadar güvenme! Ben, senden daha gözü açık nicelerini bilirim ki onun hilesine mağlup oldular. Zarara uğramaktansa ondan uzak dursan daha iyi edersin.
Bu tartışma uzayınca Moğol’un ayranı iyice kabardı ve ortalığa şöyle dedi:
— İşte atım, onun üzerine bahse giriyorum. Eğer o terzi benden kumaş çalabilirse size atımı vereceğim. Ama ben galip gelirsem sizden de at isterim.

Böylece Moğol ve diğerleri bahse tutuşup ayrıldılar. Gece boyunca Moğol, terzinin hayaliyle uğraşıp durdu, uyuyamadı. Aldanmamak için orada nasıl davranacağına dair planlar yapıyor, planlar bozuyordu…

Nihayet ertesi sabah, koltuğunun altına bir parça atlas kumaş aldı ve terzinin yolunu tuttu. Terzi, onu saygıyla karşıladı ve tatlı diliyle bübül gibi şakımaya başladı. Fakat aldanmamaya niyetli Moğol oralı olmadı ve kumaşı terzinin önüne atarak emretti:
— Bundan bana bir savaş elbisesi biç, belden aşağısı geniş üstü dar olsun!
Terzi ölçüp biçti ve elbisenin ne kadar kumaştan çıkacağını hesapladı. Bir yandan bu işleri yaparken, öbür yandan geçmiş beylerle ilgili hoş hikâyeler anlatarak müşteriyi oyalıyordu. Söz ilerledikçe Moğol’da, içeri girerkenki hal kalmamıştı; yumuşamış, anlatılan komik şeylere gülmeye başlamıştı.
Güldükçe zaten çekik olan daracık gözleri kapanıyordu. Onun gözleri kapanınca terzi fırsatı kaçırmadı ve kaşla göz arasında, kumaştan bir parçayı kesip oyluğu altına sakladı. Birinci hikâye bittiğinde, zavallı Moğol’un aklında ne geliş amacı, ne de rehin bıraktığı atı kalmıştı:
— Ne olur bana bir hikâye daha anlat, diye yalvardı. Terzi, ilkinden daha komik bir fıkra anlatınca bizimki gülmekten kahkahalara boğuldu. Tabii terzi de bu arada kumaştan bir parça daha götürdü. Anlatılan hikâye bitince Moğol tekrar:
— Ben ömrümde senin kadar tatlı dilli bir adama rastlamadım. Ömrüme ömür kattın. Bana bir hikâye daha anlat, diye yalvardı... Terzi, ilk ikisinden daha komik bir fıkraya daha başladı. Artık Moğol, iyice kendini kaybetti ve sırt üstü düştü, yerde debelenmeye başladı. Onun bu halinden faydalanan terzi büyücek bir parça daha kesip sakladı.
Hıtalı Moğol, dördüncü sefer yine bir hikâye anlatmasını rica etti. Usta, merhamete gelip daha fazla çalmayarak, içinden, “Meğer komik şeye ne kadar düşkünmüş. Aldanışından zararından haberi yok!” dedi. Moğol ise ustaya öpücükler dağıtıyor,
— Bir iyilik yap, bana daha hikâyeler söyle! Diyordu.





Masallarla ne zamana kadar avunacaksın

Ey varlığı mahvolup masallaşan kimse, ne vakte kadar masal dinlemek isteyeceksin? (Dizileri, filimleri ve eğlence programlarını, internetteki komik videoları vs. hatırlayalım)
Sana, senden daha komik bir şey olmaz hiç! Harap menzilini, mezarını git de bir gör! Ey cehil ve şüphe kabrine düşmüş olan kişi, ne zamana kadar boş yere feleğin hikâyelerini dinlemek isteyeceksin? Ne vakte kadar bu cihanın işvesini tadacaksın? Aklının da canının da düzeni bozuldu. Felekle söyleşmenin bir faydası yok. Senin gibi nicelerinin yüzsuyunu dökmüştür o.
Bu, herkesin terzisi olan felek de yüz yaşında, hâlâ pişmemiş çocukların elbiselerini kesip biçer! Latifesi, bahçelere bir letafet bir revnak verse de kış gelince onları yele verir. İhtiyar çocukları, mihnet, ihtiyaç tuzağının önüne oturtmuştur. Onlarsa feleğin kutluluğu veya kutsuzluğuyla alay edip dururlar.
(İhtiyar çocuklar, aç gözlü haris dünya ehlinin sembolüdür. İnsanların şanslarına veya şanssızlıklarına güvenerek daima felekten bir şey beklemektedirler. İstediklerini elde edemeyince, feleğe kızmakta, şanslarından şikâyet etmektedirler.)
Terzi dedi ki, ”Ey yanılıp duran adam, artık yeter! Başka bir komik hikâye daha söylersem, vay haline! Sonra atlas kumaşın daracık gelir. Hiç kimse bu işe razı olur mu? Bu sırrı anlasaydın gülmek nerede, gülüşün kan ağlamaktan beter olurdu.”
“İşsizler ve masal arayanlar, o Moğol’a benzerler. Gaddar ve aldatıcı âlem de o terziye benzer. Şehvet ve kadınlar, bu dünyanın gülünç şey söylemesidir. Ömür, ebedilik kaftanı ve takva elbisesi dikilmek üzere, o terzinin önüne verilmiş atlas kumaştır. Asıl maksat, ebedilik ve takva elbisesini dikinmektir.”

Aziz ömrünü boş yere harcama!

Ehlullah bu hikâyeyi şöyle açıklar: “Ömrünün kıymetini bilmeyen, boş masallarla avunan, kahkahalar atan Moğol emirine, terzinin ağzından, Hz. Mevlana şu dersi vermek istiyor. Güldürücü masallara kapılıp, kahkahalarla aziz ömrünü boş yere harcama, düşün ki şu kıymetli ömürden giden her an bir daha geri gelmeyecektir.





Geçen senelerle yıpranan, haraba yüz tutan, teninin ruhunun kabri mesabesinde olan bedeninin viranesinde dur, düşün. Maddi ve manevi çöküşünün harabesinde tefekküre dalarak, kendini yenilemeye, hatalardan kurtulmaya gayret et.
Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem: “Eğer benim bildiğimi siz bilseydiniz, az güler, çok ağlardınız.” diye buyurmuştur. Başka, bir hadislerinde de “Gülmeyi azalt, çünkü çok gülmek kalbi öldürür” diye müminleri uyandırmıştır.”
Hz. Mevlana şöyle der: “Dünya, Hakk’ın kahır yeridir. Madem kahrı tercih ettin, kahrı bekle.”

FİLİZ KONCA


Gülistan Dergisi
 




Celâliyle zâhir olsa, bu da geçer be yâ hu...
Cemâliyle âyan olsa, bu da geçer de yâ hu...

Bî karardır felek, daim döner durmaz bir an,
Dursa bir an, ne yer kalır ne gök kalır be yâ hu...

Kâh-ı zulmet, kâh-ı envâr birbir ardın devreder,
Kâh-ı lütuf, kâh-ı kahır, ondan olur be yâ hu...

İmtihan için oluptur daima neş'e, azâb
Sen, "sen"i bilmek içindir, kahrı lütfu be yâ hu...

Fâniya vird-i daim et bu sözü her zaman,
Gece gündüz hatırından hiç çıkmasın be yâ hu
Ölüm başucumda
Bir melek elini uzatıyor bana

Yapayalnız
Bir yolculuk

Ruhların beklediği bir yer var
Orda

Bir sığır gözü gibi bakıyor bana
Ölüm
Neden örtülerin altındasın, hadi çık
Görün bana

Zaman yol alıyor
O saat, ah o saat
Kimbilir nerede konaklar

Şatom kararıyor, ay ışığında mezar
Lâmbayı... yak anne, üşüdü parmaklarım
Gidiyoruz azar azar.



Cahit Zarifoğlu


Özlem olmasa ne anlamı kalırdı ki sevgilerin ?

Ya da sevilenler olmasa özlem denir miydi yürekteki derin sevgiye?

Gözden uzak olan gönüle yakındır bence .

Aslında göz gördüğüne inanır gönül ise gözün
görmediklerine,uzaklarda da olsa hisseder varlığını...

Selam gözümün görmediği , gönlümün hissettiği güzel yüreğine...



Sen ve yağmur
Başa dönemezsiniz.
Öyle bir yol yürüdünüz ki ancak dönüş yolunu yok ederek gelebilirdiniz
İnişiniz bir iniş olurdu başa dönmemecesine.
Yağmur yalnız yağarken yağmurdur
Sen yalnız senken sensin
Burada kalamazsın ve başa dönemezsin
Gitmek zorundasın.



İsmet Özel


Eskiler böyle dua ederlermiş hep , Ne güzel bir duadır bu, ya Rabbi çağa karşı! …

Allah seni toplasın!” Gözünü.. Kulağını.. Aklını.. Yüreğini.. Hayalini..

Toplasın ağyardan.. Sana “el” olan sınırlardan..

Allah seni toplasın!” Toplanmazsan dağılacaksın çünkü..

Dağılanca da dağıtacaksın! İşte toplumlardaki kargaşaların sebebi hep bu “dağınıklık” Her parçamız bir yerdeyken, Ne kendimiziz ne de kendimizdeyiz.. Üstelik “biz”i bitirdiğimiz gibi “gayrımızı” da bitirmekteyiz..

İşin esası Tevhid,anlayana..

Topla bizi ya Rabbi!” Elimizi, dilimizi, gözümüzü, kulağımızı, aklımızı, hayalimizi, Topla yüreklerimizi ne olur..

Vakittir dua olsun çağa karşı, Hala diri kalan bir yürek yarımızdan…
İmam Abdurrahman Ekkaf’a sormuşlar:

- Kur'an'ın, mânâsını bilmeden,
anlamadan okuyan kimseye hiç tesiri olur mu?


Şöyle cevap vermiş:

- Birisi, ilaç alsa veya zehir içse,
aldığı veya içtiği şeyin ne olduğunu bilmese bile,
bunlar ona tesir eder.
Kur'an niçin tesir etmesin?
Kur'an daha çok tesir eder.
Bir de, mânâsını bilerek okuyanlar üzerinde
Kur'an'ın tesirinin nasıl olduğunu düşününüz.



İnsan, ilaç içtiğinde,
maddî yapısındaki hangi noktalara müdahale edildiğini,
hangi şifrelerin çözüldüğünü,
hangi mekanizmaların harekete geçtiğini bilmemesine,
bunları kendisi harekete geçirmemesine rağmen,
o bilmeden, o ilaç, onun üzerinde tesirini gösterir.


Bünyeyi tanımayan bir taş parçasını
Allah (c.c.) şifaya bahane yapar.
Ona verdiği kimyevî şifreyi dua olarak kabul eder.

İnsan, sadece maddeden ibaret değildir.
Nasıl, maddî bünyesine, maddî şeyler tesir eder;
öyle de, ruhuna manevî şeyler tesir eder.

insanın manevî yanı,
yani ruhu ve ruh ilimleri inkâr edilmeden,
manevî şeylerin etkisi inkâr edilemez.


Alınan maddî gıdanın
ağızdan girdikten sonra
tesirini İnsan ayarlamadığı,
minerallere ve elementlere yön vermediği gibi,
manevî gıdanın tesirini de insan ayarlamaz.

Onun içindir ki,
Kur'an'ın tesiri için
mânâsını anlamak çok önemli bir avantaj ise de,
tek şart değildir.

İnsan, anlamıyorsa, "
Rabbim konuşuyor"
düşüncesiyle dinleyebilir.
Kalbinin ve aklının kulağını öyle açar.

Mânâsını anlıyorsa,
"Rabbimin emirleri ve hakikatler bunlardır"
diye tefekkür eder.
O manevî sofradan istifadesi ziyadeleşir.
Akıl, kalp ayağına daha güçlü destek vermiş olur.

 

o halde İkra!
Bin türlü nağme bilsende
eğer dildeşin yoksa
yine dilsizsin yine dilsizsin




Yâd-ı hayâl-i yar ile
Gülzâra baktım, ağladım,
Andım şemim-i kâkülün,
Ezhâra baktım, ağladım,

Kalbim esir-i aşk-ı yâr,
Gönlüm hevayı bî-karar,
Eşkim misâl-i cuybar,
Asâra baktım, ağladım.

Neyzen Tevfik ______________



âşkın odu ciğerimi
yaka geldi yaka gider
garip başım bu sevdâlı
çeke geldi çeke gider

kâr etti firâk cânıma
âşık oldum ol sultana
âşk zencirin dost boynuma
taka geldi taka gider

sağdıklar durur sözüne
gayrı görünmez gözüne
bu gözlerim dost yüzüne
baka geldi baka gider

arada olmasın naşı
onulmaz bağrımın başı
gözlerimin kanlı yaşı
aka geldi aka gider

bülbül eder âh-û figân
hasret ile yandı bu cân
benim gönülcüğüm ey cân
çıka geldi çıka gider
âşık yunus söyler bu sözleri
efgân eder bülbülleri
dost bahçesinde gülleri
koka geldi koka gider

/yunus emre/
RUBAİ
Cehd eyle bir ârif-i dânâyı bul
Ya bir sanem-i latif ü ra'nâyı bul
Bu ikisinin biri nasib olmazsa
Evkatını zâyi etme tenhayı bul
(Çalış, bilgin bir ârif bul. Ya bir latif sevgili ve güzel sözlüyü bul. Bu
ikisinin biri nasib olmazsa, vaktini zayi etme, tenhayı bul.)
Sakın nefsine uyup bir cân incitmeyesin

Hüsn ü edebi koyup, bir cân incitmeyesin


El ile döğseler de dil ile söğseler de

Bin kez incitseler de bir cân incitmeyesin

Hepsi kardeşlerindir yolda yoldaşlarındır

Hâlde hâldaşlarındır bir cân incitmeyesin




Tut ellerimden bugün, içerimde depremler oluyor
Güneşler eriyor gözlerimde, benliğim kayboluyor
Konuşmak için yüreğime dokunuyorum duruyorum
Heybesini kaybeden derviş gibiyim, tut elimden ölüyorum...
Ne hasretin avutuyor ne de hayalin bende kalıyor
Terki ben eylemişsin, içim bir çocuk gibi ağlıyor
Çaresizliğin son prangalarını yine ben taşıyorum
Gül dalından kırılmadan, ne olur tut elimden ölüyorum...
Hayati Sedef



Sen insanların gözlerinin değdiği yerlerini düzeltiyor;


fakat ’ın baktığı yer olan kalbini niçin düzeltmiyorsun ?



Ey olgunluk yaşına gelmiş insan !


Ömrün nihayete doğru yaklaşmakta.
İncinmemek istersen eğer mülk-ü fenâda,
Bir kimseyi incitmemeğe hasr-ı merâm et.
Bir yerde ki yok nağmeni takdîr edecek gûş
Tazyî'-i nefes eyleme tebdîli makam et.


Ziya Paşa


[Bu fâni dünyada incinmek istemiyorsan,
kimseyi incitmememeye gayret et.
Sözüne kulak veren yoksa bir yerde,
boş yere nefes tüketeceğine yerini değiştir.]

Gördük ki ,mekan değildir zamandır önemli olan
ve lakin o da değildir eylemdir önemli olan
ve dahi o değildir kalp olmadıkça.


-Cahit Zarifoğlu-


En Mühim İşimiz: Berat Kandilimizin İhyası

Mübarek “üç aylar”dan Şâbân-ı şerîf içindeyiz; Ramazan'a az kaldı. Hem on bir ayın sultanı ve mü'minlerin sebeb-i gufrânı Ramazan'ın heyecanı içimize düştü, hem de “Berat gecesi”nin telaşı gönlümüzü kapladı.

Şaban ayı, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hazretlerinin ayıdır; Efendimiz bu ayda; geceleri sabahlara kadar ibadet ederdi; çok oruç tutardı. Hz. Âişe validemiz (ra.) sebebini sorunca buyurmuş ki:

“Ya Âişe! Bu, melekü'l-mevte (Azrail) o sene içinde vefat edeceklerin isimlerinin yazdırıldığı aydır. Ben de ismimin ancak oruçlu iken kaydedilmesini seviyor ve istiyorum.”1

Ashâb-ı kirâm ve geçmiş evliyâullah büyüklerimiz bu ayda çok oruç tutar, çok Kur'ân-ı Kerîm okurlar, Peygamber Efendimize çok salavat getirirler, af ve mağrifet olunmak için onu tevessül edinirlerdi; zenginler zekâtlarını bu ayda fakirlere verip, onların Ramazan orucu için kuvvetlenmelerini düşünürler, valiler durumu şer'an müsait mahkûmları hapisten azat ederler, tüccarlar borçlarını alacaklılarına öder, hesaplarını kapatırlar; çoğu Ramazan hilalini görünce de gusül abdestini alıp itikâfa girerlerdi.

Leyle-i Berâet, Berat gecesi, Şaban ayının en mühim gecesidir; yılın da en mübarek, en dikkat edilecek, ihya olunacak gecelerinden biridir, meleklerin bayramıdır; bu gece yeryüzüne çok rahmet, bereket ve hayır iner; çok mü'minler af ve mağfiret olunur; ancak şirke bulaşanlar, birbirlerine kin tutanlar, dostlar ve akraba ile ilgiyi kesenler, sihir yapanlar, kâhinler, ayyaşlar, faizciler, namusunu satanlar hariç!

Berat gecesinde eceller, rızıklar, hacca gidecekler, ölecekler, saidler, şakiler, senenin mühim olayları yazılır, tespit olunur, kesinleşir; kimi Allah'ın rahmetine erer, kimi mahrum kalır; kimi mükâfatlandırılır, kimi cezalanır; nicesinin kefeni hazırlanmıştır, o çarşıda alış verişte; kiminin kabri kesinleşmiştir, o gafilce eğlencede; nice gülen vardır, eceli yakın; nice bina vardır, sahibi toprağa girecek; nice cennet uman vardır, cehennemde yanacak; nice sevap uman vardır, ikaba uğrayacak; nice kâr bekleyen vardır, zarara çarpılacak...

Berat gecesi müthiş bir gecedir; Hasan-ı Basrî hazretleri bu gecede evinden çıkmıştı, yüzü sapsarı; sanki kabre konulmuş da kalkmış... Sebebini sordular bu korku, hüzün ve kederin, buyurdu ki:

“Vallahi gemisi parçalanmış bir kimse benden daha fena durumda değildir; çünkü işlediğim günahlarımı kesinlikle biliyorum ama iyiliklerimin kabul olduğundan şüphedeyim, acaba halim ne olacak diye telaştayım...”

Sevgili kardeşlerim, bu mühim gece için öncelerden hazırlanın, oruçlar tutun, zekâtlar, sadakalar verin, salât u selâmlar getirin, çok zikir yapın, tevbe edin, Kur'an okuyun, nafile namaz kılın, sıla-i rahîm yapın, ağlayın, dua edin, Mevlaya yalvarın da sizi, bizi mağfiret eylesin, adımızı “Dîvân-ı Süedâ”ya kayıt buyursun, bahtımızı güzel kılsın, rızkımızı bol versin, nusretiyle bizleri ve mücahid kullarını takviye etsin, zaferlere erdirsin; fütûhât ve füyûzâta mazhar kılsın, başımızdan musibetleri, belaları, cezaları, kötülükleri uzaklaştırsın, bizleri iki cihanda aziz ve bahtiyar eylesin!

Yoksa bu âlemin hayhuyu bitecek gibi değil; dünya boş ve fâni; baki ve ebedî olan âhiret! Allah cümle ümmet-i Muhammed'i nevm-i gafletten ikaz buyursun, hakkı görüp ona uymayı, batılı sezip ondan korunmayı, âhirete iyi ve tam hazırlanmayı nasip ve müyesser eylesin!

*







Mahmut Esat Coşan

Dipnotlar
1. Hz. Âişe'den nakledilen rivayet için bk. Ebû Ya'lâ, el-Müsned, VIII, 311, hadis no: 4911; Bk. Mecma', III, 440; et-Terğîbü ve't-terhîb, II, 72.

risalehaber



Tutukla beni rabbim,
Umuttan boşanıp boynumu büktüğüm yerdeyim
Kekremsi tatlar duyarım zihnimin sokaklarında
Küllenmiş sancıları hala çekerim dimağımda.
Acının beşiğinden kucaklarım şefkati,
Eylülün ayazına rağmen bağrım ateşler yanar,
Aşka dair, kelama dair, sükûta dair…


Dikkat edin ! Kalbler ancak 'ın zikri ile tatmin bulur..."
(R'ad suresi - 28)


"'ı çokca zikreden erkekler ve 'ı çokca zikreden kadınlar;

bunlar için bir bağışlama ve büyük bir ecir hazırlamıştır."

(Ahzab Suresi - 35)



"Öyleyse Beni anın. Ben de sizi anayım" (Bakara-152).




Aşık olan kişiler deli olagan olur,
Aşk nedir bilmeyenler âna gülegan olur,
Sakın gülme sen âne , iyi değildir sane,
Kişi neye gülerse başa gelegân olur,
Aşık Yunus sen dahi, incitme aşıkları,
Aşıkların duası kabul olagan olur….
"Sûreti ko ey gönül ma’nâyi gör
Katreyi terk eyleyip deryâyı gör
Zât-ı Bârî kandedir dersen eğer
Her arada onu var ârâyı gör
Suda bakma aksine hergiz O’nun
Gökte hurşîd-i cihân-ârâyı gör
Âlem-i gayb ü şehâdet bir değil
Ko burayı ey gönül orayı gör
Hârdır bu âlem-i sûret hemân
Bağ-ı ma’nîde gel ra’nâyı gör
Hırka-i tecrîde gir Hakkı yürü
Halkı ko Mevlâ-yı bî-hemtâyı gör"
__________________







yaşanan her ruhsal deneyimin

bir hazmedilme dönemi

vardır

..


necmettin şahinler



ey gönül bir derde düş kim
anda dermân gizlidir

gel karış bir katreye kim
anda umman gizlidir

terk edip canı cihanı gey feragat cübbesin
bu feragat cübbesinde
sırr-ı sultan gizlidir

değme bir derviş hakire hor görüp hor bakma kim
gönlümün her köşesinde
arş-ı rahman gizlidir

muhib ise can u dil bulur hayat-ı cavidan
dervişin herbir sözünde ab-ı hayat gizlidir
gör bu eşrefoğlu rumi
bahr-ı aşkta neyledi

can u başı terk edip can u cihanda gizlidir



Eşrefoğlu Rumi
__________________



Yâd-ı hayâl-i yar ile
Gülzâra baktım, ağladım,
Andım şemim-i kâkülün,
Ezhâra baktım, ağladım,

Kalbim esir-i aşk-ı yâr,
Gönlüm hevayı bî-karar,
Eşkim misâl-i cuybar,
Asâra baktım, ağladım.

Neyzen Tevfik




“Acılar, muhabbetten tatlılaşır.
Bakırlar, muhabbetten altınlaşır.

Tortular muhabbetten safileşir.


Dertler muhabbetten derman olur.

Ölüyü muhabbetten diriltirler.

Şahı muhabbetten bende, kul ederler.

’a karşı bu muhabbet, ilim neticesidir.

Cahil biri böyle bir taht üzerine nasıl oturur?
O halde; muhabbet ve aşkı, ’ın vasfı bil.”
DOSTSUZ DÜNYA OLMAZ İMİŞ,DOST DUASIZ KALMAZ İMİŞ.DOSTUN DUASINI ALANIN SIRTI YERE GELMEZ İMİŞ.DUANIZDA BULUNABİLMEK ÜMİDİYLE HAYIRLI CUMALAR..


"Kur’ân eczanesinde, her derde devâ vardır; Son kullanma tarihi: Kıyâmete kadardır ..."



Dönmektir
sanırsın marifet
Arş dönüyor yıldızlar dönüyor dersin
Zahiridir gördüğün
Zahirde dönersin
Marifet dönmek değil bulmaktır
Bilesin


Hz.Mevlana..



 
Yârin cefası cümle vefadır cefa değil
Yâri cefa kılar diyen ehl-i vefa değil
Fuzulî


Ey aşkın rahmetin ötenin sesi
Sendendir umudun filizlenmesi
Yüzüm gözlerinle ıslanmasaydı
Işıkla dolmazdı kalp kırıkları
Sarmasaydı beni yankı ve hüzün
...Sevebilir miydim hıçkırıkları…


Nurulah Genç
__________________

İçin ağlasa da kim duyar seni?
Kim anlar dışarıdan olup biteni?
Leyla'nın yüzünü görenler bilir:
Mecnun'un kalbine batan dikeni!

...Sa'di Şirazi





" İnsanın huzur bulamadıgı,
içinde bir hosluk bulamadıgı,
çabucak gelip geçen makamı, mevkii bırak da;
sana da altın gibi deger veren,
senin kıymetini takdir eden kişinin yanına git!"

Divanı Kebir


Sabır,genişliğe uzanmanın anahtarıdır..

(mevlana)
__________________


Dualar doluşuyor ellerime,
Dupduru bir hüzünle,
Secdelere gömüp başımı
Aminlerce ağlıyorum..

Dedim; -Nerdesin ?
Dedi; Duâ/n Kadar Yakınında..



ALINTI
Lokman'ı Hekim Oğluna dediki : " Ey oğulcuğum ! Mevla Teala Hazretlerimi zikreden bir kavim gördüğün zaman,onlarla beraber otur.Eğer sen Alimsen ilmin sana ( o zaman ) fayda verir,(zira ilminle amel etmiş olursun,çünkü ilim, zikretmeyi ve zikir ehliyle oturmayı emreder) . Eğer cahilsen sana öğretirler ve umulur ki ,Allah'u Teala onlara rahmetiyle tecelli eder de, o tecelli onlarla beraber sanada isabet eder.

Zikretmeyen insaları gördüğün zaman onlarla oturma,çünkü alimsen,ilmin sana menfeat vermez ,( zira ilim ,onlarla oturmaktan seni men etmektedir.).Eğer cahilsen,senin cehaletinin artırırlar ve korkulur ki , Allah'u Teala Hazretleri onlara gazabıyla muamele eder de , sana da isabet eder.

Ruhul beyan:1/257






herkes öteki gibi duruyor...

akşam
da durduğu yerde durmuyor artık;
yolcu yolu kuşatıyor durmadan;
kapanıyor 'Zaman' denen karanlık...

hiçbir şeyde yok gibi ve herşeyde var;

sıkışmış birileri ara yerde;
kalbim! durma yetiş eski yazlara!
nedense bir durgunluk var saatlerde...

herşey nasıl da bütündü bir zaman:

şimdi bahçe eksik, güllerse yarım;
kar yağar, hüzün bile yok... ve nerdesiniz,
âh, evet nerdesiniz, yoksaydıklarım?


Hilmi Yâvuz
 
*******

Followers

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

************
blogger counter

View My Stats *************************************

widget
**************

****************************free counters