---}--}@ Arşivime Hoş Geldiniz,Benim Beğendiklerimi Umarım Siz de Beğenirsiniz... Resimler ve Yazılar Forumlardan Alıntıdır..


Ne hız ellerini üzdün dünyadan
Balanı tek koyup nereye gittin?
Nasıl yok oluyormuş bir anda insan
Sanki bu dünyada hiç yok imişsin..

Güneş gurup etti… oda karardı…
Bir anda yok oldun sen heyanki.
Şimdi düşünürüm senden ne kaldı..
Gönlünde hatıran kara hal gibi…

Meni boya başa getirdin anne
Bize borçlu bildik her zaman seni
Sen meni dünyaya getirdin anne
Mense yola saldım, dünyadan seni…
Sen meni beşiktenmi çalmışsan
Ninni çalsam sana ben de mi?
Senin şirin şirin ninnilerini
Sana gaytarayım cenazende mi?

Uykun şirin olsun’ diyerdin bana
Uykun şirin olsun’ deyimmis
Gerek ben başına dönüm dolanım,
Beni hayat için hep uyutanım,

Söyle ölümçün
Nasıl uyutayım seni ben bugün?
Bu nasıl dünyadır anlayamam ben,
Cilvesi cürbecür, rengi cürbecür

Dün öz nefesiyle seni insiden
Bugün buza dönüp, tasa dönüptür
Bu nasıl dünyadır…
İnsanoğlunun Hayali göktedir kendi yerdedir…

Sağken omuzunda hayatın yükü
Ölende ceseti çiğinlerdedir…
Bu nice dünyadır.
Bu nice dünya

Ölüm hakikat hayatın rüya
Derdimin gamımın ortagı sendin
Niye yüz çevirdin ya niye menden? …
‘Derdin bana gelsin’ hani diyerdin

Niye dert ekledin derdime ya sen
Annem, kimse seni darıltamamıstır,
Men seni darıltan kadar.
Şimdi kime açsam derdimi bir bir

Kim benim derdime yanar sen kadar?
Evin her küncünde görülür yerin
Gözüm ahtarcıdır anne ey anne
‘Ninem’ ‘hani’ diyor küçük azerim

Ne cevap verem ey anne
Bilmem bilmem bilmem bu ölüm nedir
Ha sen hayatta iken
Nefesin ey annem hala evdedir

Kendin yer altinda taşa dönmüşsün
Bugün yedin oldu annem…
Yedi gün bizimle ağlar odalar
Sene yalnız sene demek için

Gönlümde ne kadar bilsen sözüm var…
Kimleri çağırak bugün yedi diye
Halalar bacılar soruyor mene
Anneme soralım o bilir diye

Ben yüz tüz tutuyorum, senin o diye
Annem, Annem ısmarlandın anne topraga
Bu ölüm sineme çekti dağ benim
Sen benim arkamda benzerdin dağa

Sanki de arkamdan uçtu dağ benim…
Kızımın adıdır senin öz adın
Buda göz dağıdır bana bu günde
Son defa sen mene bakıp ağladın

Suretin mezara gitti gözümde
Ömrü başa vurdun altmış yaşında
Altmışın üstünde durup yaşında
Artık senin için durduğu zaman

Benim beni için dolaşır
Gün olur akşam…
Vakit geçer sen benden uzaklaşirsin
Men sana gün begün yakınlaşirım…

Annem öz ismini kızıma verdi.
Annem torununu çok istiyerdi.
Küçük torununu koyup yerine,
Annem tam sakince dünyadan gitti

Kızımın meyilli nazarlarında
Annemi görüyrem Annem şimdi,
Torun nenesine benziyor aynı
Büyüyor yüzeliyor yılba yıldızım

Yeniden büyüyor annem yeniden
Annemin özüdür tam sanki kızım
Hayat sanki garip sulardan
Bize renkli renkli muciz gösterir

Kızımı ismiyle çağırmıyrem men
Ey anam diyiyrem O da hayır diyir
O menem annemdir. O menem annem.
Ancak bir farkı var bunu yansımakta

Bir vakit annem mene cannn cannn diyerdi
Şimdi men anneme cann cann diyiyrem
Bir vakit annem meni çok istiyerdi
Şimdi men annemi çok istiyrem



"Bahtiyar Vahapzade"


Bir evlat pir olsa da anaya muhtaç imiş..
Tam oniki yıl var ki kokuna hasretim,
Cann anam,nur anam...
mekanın firdevs-i ala  olsun,
cemallulahı seyredenlerden ol inş..
mevlam ahiret ayrılığı verme yarabbi,cemalinde kavuştur bizi..
amin..
Çocuk, ellerin hüzne değince tebessüm çiçeği yanağını gördüm.
Anne , yangın tufanı gönlün öksüz yavruna ağlarken ben inan kördüm.

mehmedim
alıntı 
Bir mâna ateşi vardır ki sönmez, söndüremezsin!

Bir de kendini suya satan ateş vardır.
İki ateşi karıştırma, yanlışlıkla yanıp kül olma!



Yanmak var yanmak var,
Odun yanınca kül olur, adam yanınca" kul" olur.


A. Tolga Akpınar
Hayatta rast geldiğim her insan bir bakımdan benden üstündür ve ben onlardan bir şey öğrenebilirim. 
Emerson
Yarabbi bildir de ben beni bileyim. Beni bilen ben ile kendime geleyim. Benim bensizliğimile ben seni bileyim. Seni bilmeyen beni ben neyleyeyim...

Hz.Mevlana...




Esrar İle Gâlib

Bir Molla Celâl var bir de Tebrizli Şems bilinen en güzel dostluk hikâyesi olarak… Beş asır sonra Esrar ile Gâlib doğar sevda burcundan, aynı pınardan ama dolunay olamadan, hilal iken bitecektir bu hikaye…

İkisinin de asıl ismi Mehmet. Esrar ve Gâlib seçtikleri mahlaslar, şairdirler kendileri... Gâlib Yenikapı Mevlevihanesi'nin kıymetli zatlarından olan babasının ışığında yetişir, mum dibini aydınlatır yani, söylenenin hilafına. Evde ilim için önünde, tekkede edeple arkasında, yanında hep. Bir evin bir oğlu, tek çocuk. Nazlı, kıymetli, şık, sadece beyazdır kıyafetleri, hep beyaz… Ve güzel mi güzel, nurlu mu nurlu bir yüzü vardır. Öyle ki bir yerden geçtiği zaman nuru ve kokusu kalır ardında. Mum gibi, lamba gibi ona bakıp başka yöne bakıldığında aksi kalır, o görülür yine… Lâkâbı vardır halk arasında:"Zamanın Yusuf'u", "İkinci Yusuf"...

On yedi yaşında bir divan tertib edecek kadar şiiri olur. Bu yaşta divan sahibi olmak o devrin şartlarında çok yüksek bir zekayı, ilmi ve fikri seviyeyi gerektirir. Zamanın büyüklerinden birinin kendisine verdiği Es'ad mahlasını herkeste bulunduğu için değiştirir. "Son beytinde Es'ad ismi geçen iyi şiir için şiire yazık, kötü şiir için bana yazık.." diyerek... Seçtiği Gâlib mahlası, divanından sonra ikinci şaşırtıcı olay olur onunla ilgili. Oldukça iddialı bir isim çünkü. O yaşta bir tıfıl için fazla iddialı... Ama Gâlib'in esas vurgunu, yirmi beş yaşındayken üç ayda yazıp tamamladığı bir mesnevi ile olur. "Artık böyle bir mesnevi yazılamaz!" denince Nabi'nin Hayrabad'ı hakkında, "Allah, Kur'an ile güzel söz söyleyenlere meydan okuyor, hadi onun gibi bir söz söyleyin diyerek. Eğer her devirde güzel söz söylenmeyecek olsaydı Allah Teâlâ niçin ebedi olan sözünde böyle buyursun?" düşüncesi ile: "Ben yazabilirim Allah'ın izniyle!" der. Hüsn ü Aşk böyle bir mantık, inanç ve vakarın kitabı ve divan şiirinin son mükemmel mesnevisi. Bomba gibi düşer o zamanın zevk meclislerine! Ve hep olan, ona da olur. Çabuk tüketince kolay ulaşılanları, zorluklara sıra gelir genç yaşta. Kaçıp Konya'ya gider; çile çekecek, beşinci boyutta gezinecek, Hüsn ü Aşk'ın ateşten denizinde mumdan gemiler yüzdürdü ya, bakacak nasıl oluyormuş bu işler... Anne baba dayanamaz onun hasretine, himmet dileyip getirtirler Yenikapı'ya.

Suskun ve boynu bükük geçen bir kaç yılın ardından otuz yaşında icazet alır. Tıfıl iken "dede" olmuş bir civan. Bir can, can-aver(can alan) olmuş, hayret ki hayret Cenab-ı Rabbi'l-Alemin'in işlerine! Tam o günlerde... Galata mevlevihanesi şeyhi vazifesinden azledilir, "küstahlık" etmiştir. Konya'dan bir şeyh efendi çağırılır, o ise Allah'a yalvarır, son nefesi Mevlânâ hazretlerinin eşiğinde versin, duası kabul olur. Elde kim var başka: Gâlib Dede... Galata'nın o kozmopolit, o karmaşık, o esmer gündemine ince bir gül dalı gibi düşer Zamanın Yusuf'u… "Galata Mevlevihanesi'nin tıfl-ı nazenini" kimsenin dilinden düşmez artık.

Bir mecliste suratını asmış, efkarlı ve bunalımlı oturup duran Esrar'a: "Sen de mi Galata'nın tıfl-ı nazeninine tutuldun, nedir bu hal?" diye çatılınca duyar Esrar onun adını. O zamanlar orta yaşlarını süren, ağır oturaklı, ciddi adamdır o. Ağır abilerden yani... Hafife alır hayatının hatasını yaparak... "Onu bir gören bir daha eteğinden ayrılamıyor" diyenlere "Eh görelim bakalım tılsımını şeyhinizin, yarın gidiyorum, hem de dizinin dibine, tekkeye!" der. Esrar mı aldın be Esrar, nasıl bir söz ettin böyle, yazık ettin kendine!.. Ateşe karşı yiğitlik olur mu, denize meydan okunur mu, rüzgâr alıp götürmez mi yaprağı; gönül işlerinde cür'etin yeri var mı?

Oysa Gâlib, Hakk'ın haberdar etmesiyle bilmektedir ruhuna kanat olacak kişinin az sonra şu kapıdan içeri gireceğini ve çıkmayacağını. Tebessümle seyreder yağmurlu, rüzgarlı sokaktan yağmurla da, rüzgârla da, kendisiyle de kavga ede ede geleni...

Cür'etin bedeli vurgundur, bilen bilir; yare karşı haddini bilmeyenin, gözleri de yanacaktır gönlü de...



Kartal kanatları gibi kalkık omuzlarla huzura giren Esrar'ın omuzlarının inişi, kalbinin yanmasından sonra olacaktır. Edep sevdadan sonra gelir, teslimiyet de... Buraya kadar herşey güzel… Bulunca insan, bir müddet şükürle sarılır nimetlere, sonra yavaş yavaş ülfet gelir kurulur sevdanın tahtına, o zaman can çekişmeye başlar ruh.

İki Mehmet, Şeyh Gâlib ile nevniyaz(yola yeni giren dervişe derler) Esrar, Mevlana ve Şems gibi, birbirlerinin hem hocası hem talebesi olurlar. O bunu yetiştirirken bu da onu yetiştirir aslında...

Semada selamlaşma(mukabele) vardır; semazenler karşılıklı eğilirler, göz göze... Bu eğiliş insanın özündeki "Ve nefahna" sırrınadır, o bakış O'na... Az önce denize karşı oturup Rahman'ın tecellilerini seyretmiş iki dostun, sema gibi bir sonsuzluk seyahati öncesi birbirinin gözlerinde, kendisini tamamlayacak olanı selamlaması ne sarsıcı ve ne çarpıcıdır!Teveccühtür tasavvufta en özel eğitim şekli, bir talebenin gözlerinin içine bakmak... Şeyh Gâlib Esrar'ının gözlerinin içine bu manada da bakmaktadır.

Bir kaç zaman sonra, ben diyeyim bir ay, siz deyin bir yıl; Esrar'ın gözleri perdelenmeye başlar. Gözlerinde bir esmerlik, bir gölgelenme... Ufak ikazlar; bir gamze, bir kaş çatış... Hayır, tesir etmez; bir süre aydınlık, sonra yine bulutlar kapatır güneşi.Tarihe geçmemiş ne olduğu, ya bir alışkanlık eseri esrar içmesi yahut kadın-kız meselesi... Bir gece Şeyh Gâlib tam da âleminin zirvesinde, Esrar'a görünüverir sırlı bir boyuttan! Sadece bir görüntü! O kadar... Cübbesinin savruluşunu görür Mehmet Esrar; bir de, bir de o savruluşun rüzgârı yüzüne vurur, nefesini keser bir an.Koşar eşiğe ama "Şeyh halvette... Kimseye izin yok!"



Başlamıştır, yanında bile gurbet günleri. Sürgün günleri. Tecrid… Uzaklığın en koyusudur bu. Bakar ama eskisi gibi değil… Söyler, ellere der gibi. Tutar, buz gibi... Tecrid... Bir ağacın yapraklarını dökmesi gibi hazana döner Esrar. Ne yapsın?

Bir şiir yazar özür beyanında:

Kâküllerine ol mehin, ey şâne, dokunma
Zencîri kırar bu dil-i dîvâne, dokunma

Gül-berk misâli ciğerim pâreliyorsun
Ey bâd-ı seher, ol gül-i handâne dokunma

Feryâd-ı ene'l-Hak eder âvâz-ı tanîni
Fâş etmesin esrârını, peymâne dokunma

Bünyân-ı nizâm-ı felek, ol kûy-ı belâdır
Âlem yıkılır bu dil-i vîrâne dokunma

İçtikleri hep hûn-ı ciğerdir fukarânın
Şeyhâ, kerem et, hâtır-ı rindâne dokunma

Eğlenceleri zülf-ü dil-ârâm-ı elemdir
Dinle, ne siyah gûndur o efsâne, dokunma

Şâhım, senin Esrâr sadâkatli kulundur
Lûtfeyle, o derviş-i perîşâne dokunma

O dolunaya benzeyen sevgilinin saçlarına sakın dokunma ey sevgilinin tarağı, yoksa deli gönlüm zincirlerini kırar kıskançlığından… Böyle saçlarını taradıkça sen, dertlerim artıyor, imtihanlarım ağırlaşıyor iyice… Onun saçları karardıkça kararıyor bahtım…

Rüzgâr kokusunu getiriyor her seher, dayanılmaz oluyor bu gönülden düşmüşlük…
Ey seher rüzgârı, goncanın bağrına sokulup yapraklarını dağıttığın gibi ciğerlerimi paramparça ediyorsun, o benim gül yüzlü sevgilime dokunma…
Benim gönlüm her neye baksa Rabbini görür, O'nu anar gizli sırlarla; bu gönül kasesini kırma ki sırları açığa çıkmasın…
Ey zavallı Esrar, âlemin nizamı Hak erenlerinin mahzun gönüllerindedir, onların gönüllerini kırma ki kâinat yerle bir olmasın…
Dervişlerin içtikleri kendi ciğerlerinin kanı oldu bir nice zamandır; şeyhim, kerem eyle, müridlerinin gönlüne dokunma…
Onların tek zevkleri senin huzur veren elemlerindir, dinle ne acıklı hikayelerdir onlar, aman acıyıp da o elemleri bizden alma, dokunma… Senin derdin bize dermandır, senin kaş çatışın bize ilaçtır, senin uzak duruşun bize çağrıdır… Eşikteki kalbimdir, bas da geç şeyhim! Ama ne olur öyle bakma, yanıyor yüreğim sızım sızım...
Sultanım, Esrar senin sadık bir kölendir, lûtfeyle bu

derviş-i perişâne dokunma…

"Dokunaklı bir gazel olmuş Mehmet efendi..."

Böyle der, evet evet, sadece böyle söyler Şeyh Gâlib gazeli dinleyince... Ah!!.. Hani dargınlığını azcık gösterse alıp dağlara kaçıracak Esrar onu, savuracak bir uçurumdan ötelere ama hayır, sanki hiç bir şey yaşanmamışçasına yabancı durur işte! Karar verir, bu böyle olmaz; ben bunu daha fazla kaldıramam! (Ne güzel, kaçıp sığınacak bir yerleri var o zamanlar aşıkların.. ) 1001 gece sürecek olan büyük "çile"ye girme isteğini arzeder sultanına. Gâlib: "Madem öyle istiyorsun, öyle olsun..." der, öyle umursamaz, ne halin varsa gör! (Ah, güzel gözlü, güzel yüzlü Gâlib, Yusuf-u Sani, kimbilir ne denli yakıcıydı bakışları öyle bigâne çevirirken yüzünü... Ve nasıl da sızlıyordu kalbi en derinden!)365+365+271=1001… İnsan hiç mi özlemez? Bir kez bile, kapıdan bari bakmaz mı? Bu sevda, bu bekleyiş yakar pişirir Esrar'ı... Gözyaşlarının tükeneceği kadar zaman eder bin bir gece...

Bin birinci gece bir Miraç kandiline denk gelir. Ve o gece ay dolar Esrar "dede"nin hücresine: Gâlib ziyaret eder onu gece sehere devrilirken! Bu ne lûtuf sultanım! Hoş geldin, Hoş geldin! Sabaha dek sohbet, halvet, sükût olsa, bin yıllık özlemi bitirmeye yeter mi bir gece?

Sabaha doğru Gâlib hücreden çıkar, öyle munis, öyle mesud... Sabah namazından sonra cenazesini çıkarırlar Esrar Dede'nin.



Şeyh Gâlib bu doyamadığı dostuna çok içli bir mersiye, ağıt yazar ki canlar dayanmaz! Ama bir nebze olsun anlaşılabilir manzara:

Kan ağlasın bu dide-i dür-barım ağlasın
Ansın benim o yar-ı vefa-darım ağlasın

Çeşm ü dehan u arız u ruhsarım ağlasın
Baştan başa bu cism-i siyeh-karım ağlasın

Ağyarım ağlasın bana, hem yarim ağlasın
Guş eyleyen hikayet-i Esrar'ım ağlasın

Nadide bir güher telef ettim dirig u ah
Hak içre defn edip geri gittim dirig u ah

Zat-ı şerifi âleme bir yadigâr idi
Fakr u fena vü aşk-ı hüner ber-karar idi

Her şeb misal-i şem benimle yanar idi
Saye gibi yanımda enis-i nehar idi

Hakka tamam âşık idi yar-ı gar idi
Birkaç zaman muammer olaydı ne var idi

Allah verdi aldı yine kurb-ı hazrete
Biz kaldık intizar ile ruz-ı kıyamete

Ahir nefeste sohbeti oldu muhabbet ah
Bir yara vurdu bağrıma, ah derd-i firkat ah

Gelmez mi hiç kalb-i fakire bu suret ah
Ey kaş etmeyeydim o âşıkla sohbet ah

Yakmazdı belki canımı bu nar-ı hasret ah
Telh etti kamımı o zehir-nak şerbet ah

Eyvah elden o gül-i handanım aldı mevt
Esrarım aldı, dil ü canım aldı mevt

Olsun mübarek ol mehe kabr-i saadeti
Mevlâ müyesser ede makam-ı şefaati

Bitmiş ne çare dane vü gelmiş saati
Dehrin budur hemişe muhibbana âdeti

Tefrik içindir etse de izhar vuslatı
Zehri yutulmaz ağza alınmaz harareti

Ben gördüğüm bu dar-ı fenanın fenasıdır
Bâkî Huda rızası beka Hak bekasıdır

Meydan-ı mevlevide nişan aşikar edip
Pervaz ederdi şevk ile anka şikar edip

Eylerdi nay u defle sema ah u zar edip
Bulmuştu kan-ı meşrebi hakta karar edip

Almıştı müjde kuyuna yârin güzar edip
Gitti ne çare Galib'i hasretle bar edip

Olsun visal-i hazret-i piranla kam-yab

Kıldı karin-i kabr-i Fasih-i felek-cenab

Bıraksın yaşla dolu gözlerim yükünü, ağlasın! O benim vefalı yârim ağlasın! Gözlerim, ağzım, yüzüm, yanaklarım ağlasın! Baştan başa bu siyah cismim ağlasın! Bana hem dostum ağlasın hem de düşmanım; Esrar'ımın hikayesini duyan ağlasın!.. eşsiz bir mücevher kaybettim ben, eyvah, vah! Toprağa gömüp geri çekildim eyvah, vah!

Varlığı âleme bir armağan idi; fakr, fena ve aşk hüneri vardı onda; her gece mum misali benimle yanar, gündüz gölgem gibi yakınım olurdu. Hâkîki bir aşık idi, Hazreti Ebubekir gibi mağara arkadaşı, can dostum idi; ne olurdu birkaç zaman daha yaşasaydı! Allah verdi, yine O aldı kendi katına, bize kıyamet gününü beklemek düştü…

Son nefesinde muhabbeti söyledi, ayrılık acısı bağrıma nasıl bir yara vurdu! Bu fakirin kalbine bu manzara nasıl gelmez artık? Keşke onunla hiç yakınlık kurmasaydım! O zaman bu hasret ateşi canımı yakmazdı; lezzetimi nasıl da acıya çevirdi o zehirli şerbet! Eyvah, ölüm elimden gülyüzlü dostumu aldı; Esrar'ımı aldı, kalbimi ve canımı aldı!

O ay yüzlü dosta kabri mübarek olsun! Mevlâ makam-ı şefaati lutfetsin. Ne çare, rızkı tükenmiş, saati gelmiş… Kaderin sevenlere âdeti budur işte: Kavuşturması ayırmak içindir ki vuslattan sonra ayrılık, zehir gibi bir acı ve dayanılmaz bir ateştir. Benim gördüğüm bu fani dünyanın yalnız fenalığı, kötülüğüdür; Bâkî olan Allah'ın rızası, beka Hakk'ın bekasıdır…



Mevlevîlik yolunda iz bıraktı. Şevk ile kanat çırparak yüksek yerlerde uçar, anka gibi mânâları avlardı. Ney ve defle sema edip ah ile inlerdi. Hak yolunda karar kılıp yaratılış gayesine ermişti. Yârin yurduna ulaşmış ve müjde almıştı ondan. Ne çare, Galib'e hasreti yükleyip gitti… Kader onu Fasih hazretlerinin kabrine komşu eyledi. Hak dostlarının mübarek ruhlarına kavuşup mesud olsun!



Bir yıl geçer aradan… Şeyh Gâlib, bir akşam rahlesinde talebelerinden birinin notunu bulur:"Bu derece yüksek mertebedeki bir zatın, dış görünüşüne bu derece dikkat etmesi nasıl olur?" Halden ve gönülden ve hiç olmazsa dilden anlamayanların elinde kalmış bir bülbül gibi titrer Gâlib... Derler ki bu, içine iner Şeyh'in, üç gün hasta yatar ve canını Canan'a arz eder.. Hem de Esrar Dede'den bir sene sonra, aynı gün…


Babası musallada son kez yüzüne bakınca: "Bu siyah sakal bu tahtaya hiç yakışmamış!" diyerek ağlayacaktır ve kapatacaktır o nurâni yorgun gözlerini, gün doğmaz akşamlara; ak sakalına dökülen son birkaç damla yaşla ve boğazına düğümlenen son kelamıyla, “Geçti Gâlib Dede candan Ya Hû”…

Ümmügülsüm Vural



alıntı




Keşke onunla hiç yakınlık kurmasaydım! O zaman bu hasret ateşi canımı yakmazdı; lezzetimi nasıl da acıya çevirdi o zehirli şerbet!
dedinizmi hiç,şeyh Galib misali...
ne kadar acı verdiğini hissettiniz mi yüreğinizde..
Ve ya Esrar misali:
Sen şems olmayı dilemedikten sonra ben Mevlana  olsam neye yarar?
dedinizmi,gözyaşlarıyla....
Sen şems olmayı dilemedikten sonra ben Mevlana  olsam neye yarar?



Her gönül bir şems bekler imiş..

Şemsinizi bulmanız duasıyla...
(kaybetmemek ne mümkün  , çün şemsler batmaya mahkum  ...canı yakıp ,yandırınca..)

Verirler “ben acizim, kudret senin” dedikçe
Verenin şanı büyük, sen iste istedikçe! 
(N.F.K.)


Günleri say, servetini say, büyüklerini say ama YERİNDE SAYMA!

Eşini beğen, işini beğen, aşını beğen ama KENDİNİ BEĞENME!

Emek ver, kulak ver, bilgi ver ama hiçbir zaman BOŞ VERME!
Hedefe koş, cihada koş, yardıma koş ama ORTAK KOŞMA!

Fidan büyüt, garip doyur, çocuk besle ama KİN BESLEME!

Paranı ver, gönlünü ver, canını ver ama SIRRINI VERME!

Davet et, hayret et, affet, tövbe et ama İHANET ETME!

Okmaktan zarar gelmez, oku ama LANET OKUMA!

Satıcı ol, kalıcı ol, bulucu ol ama BÖLÜCÜ OLMA!

Elini aç, gözünü aç, kapını aç ama AĞZINI AÇMA!

Rakibini geç, sınıfını geç ama GÜLÜP GEÇME!

Ev al,araba al, abdest al ama BEDDUA ALMA!

Zülmü devir, nefsi devir ama ÇAM DEVİRME!

Yaklaş, konuş, tanış ama UZAKLAŞMA!

Seslen, uslan ama YASLANMA!

Doğrul, devril ama EĞRİLME!

İtil, atıl ama SATILMA


Hz. Mevlana Celaleddin-i Rûmî
Giderken kendimi sende bırakmayı diliyordum, gördüm ki sana hiç gelmemişim.Anlad...ım ki iyi niyetlerle dolu temenniler yalana sıvanmış teşekkürlerde boğuluyormuş.Merhabanın boynunu bükene elveda demek zulümmüş.Zülüflerinden zûl akan yare, sancıyan yaram kadar bile değer görmem.Ondandır ki yarim ile değil yaram ile hoşum...

Şems_i Tebrizi


İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor.

Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için.

Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.

Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.
Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için.

Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için.

Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi birşey vermedigi için.

Ve ölmekten korkuyor aslında yaşamayı bilmediği için.


William Shakespeare
...Dedim: Gökyüzü ne renk..?


...Dedi: Şefkat mavisi...







...Dedim: Okyanus ne renk..?


...Dedi: Gönül mavisi...






...Dedim: Gözlerin ne renk..?


...Dedi: Deniz mavisi..?


...Dedim: Karanlık ne renk..?


...Dedi: Gece mavisi...






...Dedim: Yalnızlık ne renk..?

...Dedi ki: Buz mavisi...


...Bir istiridye kadar olamayıp sabredemezsek...


...İnci olarak götüreceğimiz...


...Ancak kum olur...
En kısa yol içimde



söz icad edildiğinde


ah'lar kuyusundan


tut elimden


adım ha Yusuf


ha Züleyha


gece düşmeden bahtıma


medet,ummadığım cenahdan gelir......
  ******************************************************************



...Donmak için sıfırın altına ne gerek...



...Umursanmayıp dönen...


...Bir dost yüreği...


...Yeter...


__________________



...Her şeyin sonu varsa, masivaya takılmazsın...


..."O" varsa, yalnız da kalmazsın...
MİM
Huzur nedir?
En huzurlu olduğunuz an'a gelene kadar nelerden geçtiniz?'

Ben huzuru tarif edebilir miyim bilmiyorum bismillah deyip başlıyayım inşaAllah..
öyle iddialı kelimelerim ,
okununca güzelmiş dedirten yazılarım hiç olmadı benim:(..
gene de değer verdiğim bir cann için başlıyorum..
Huzur ne şekilde olursa olsun hangi zamanda gelirse gelsin ansızın yüreğinize oturuveren bir kuş hafifliği,bir kelebek esintisi,Ferah feza bir gönül,dudağınızda istesenizde engel olamadığınız bir gülümseme ;dünyalar dolusu...
En huzurlu an ,vazife olarak değilde çağrıldığınızı hissederek ,içiniz coşkuyla ,özlediğiniz için rabbe secde etmek...O (C.C.)istediği için,huzuruna layık gördüğü için huzurda olduğunu bilerek hamd ile huzura durmak..adı üstünde huzura varmak..
Bir Allah dostunun okuduğu Kuranı dinlemek,sesindeki aşkı hissetmek,kalbe verdiği ferahlık...o an gözden akan iki damla..
Sonra Allah için sevebilmek ,onlardan gelen selamın verdiği huzur,
Bir dostla binbir muhabbetin ,susarak ,konuşarak yapılan sohbetin arasında içilen bir bardak sıcak çay..
bir kitabı bitirdikten sonra güzeldi diyebilmek,şu aralar la yı okumak yavaş yavaş hiç bitmesin istiyerek..
Birileri için huzur kaynağı olabilmek,tebessüm ettirebilmek varlığınızla.. 
Bazen yalnızlık ,iç alemine yolculuğa çıktığın, dingin bir ruhla...
Bazen birarada olmaktan mutluluk duyduğun kalabalık..
 Lale mevsimi mesela,lale kokusu,tomurcuk hali bir lalenin...
Dağların haşmeti...bir akarsuyun sesi...
bahar,baharda yağmur kokusu..
yağmur sonrası güneş,
hastalık sonrası şifa,
hasret sonrası kavuşmA,,
gözyaşı ;
bazen sevinçten bazen kederden
bazen  rabbin huzurundaki gözyaşı..içini yıkayıp arıtan..
(n'ola naif bir kalbe sahibolsaydım;gözünde nur misali şebnemler çağlıyan)
İllede imtihan sonrası gelen ferahlık,
inşirah...
inşirah..
yaşamın manasını anlamak belki özetle ,hamdile yaşamayı bilebilmek,,yoksa dünya bir sonsuz huzur yeri değil,öyle olsa sanırım huzurun kıymetini de anlıyamazdık...
herşeyi bir denge üzere yaradana sonsuz şükür edebilmek huzur..
en huzurlu an ..kul olduğumu ,nakıs olduğumu ,dünyanın üzülüp huzursuz olmaya değmiyeceğini anladığım andır,
Anlamak yok çocugum anlar gibi olmak var 
akıl için son tavır saçlarını yolmak var (nfk )
demiş üstad  anlıyabilenlerden olmamız duasıyla ,
En huzurlu ana gelene kadar insanın gafletden geçiyor yolu,şükürsüzlükten geçiyor,hatta hadsizlikten..sonra bir dinginlik gelince lutuf olarak,en huzurlu an..işte o an..farkına varabilmek ,nail olduğumuz nimetlerin... 
Her şey gelip mevlayı tanımaya sevmeye dayanıyor;onu bilince ,sevince ,tanıyınca huşuyu yerleştirince  kalbimize ...
huzurun kaynağını keşfedince...
hiçbirşey huzursuz etmiyecek bizleri inş..

Hayat Güzeldir bloğunun sahibesi Ebr-i Nisan mimlemiş beni ,
ablasını da kendi gibi güzel kelam sahibi sandığı için..
hayal kırıklığı yaşatmamışımdır sende inş ebr-i Nisanım... 
Çok teşekkür ederim,onu yeni tanıdım ama varlığı huzur olan Cannlardan ,kalbim öyle söylüyoR:)
Ebr-i Nisan'ın Huzuru tarifi ise başlıbaşına huzur,okumanızı tavsiye ederim ..
bunu niye en son yazdım önce onu okursanız beni hiç okuyamazdınız da ondan..:)
Bende Kendimce'mİ
Ruz-i ceza' yı
Derin'i
Selhun'u mimledim
Bir de Ranayı mimlemeyi çok isterdim hatta mimledim bile ama o yazmak istermi bilmem?

Eskilerin bir sözü vardır huzur sıktı diye ,(şımaranlar ,haddi aşanlar için söylenir)huzur sıkmasın bizleri..
Huzur sizinle olsun,siz huzur verenlerden olun inş..
selam sevgi ve dualarımla..




*******

Followers

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

************
blogger counter

View My Stats *************************************

widget
**************

****************************free counters